Cecilia'nın Kaybedilmiş Aşk Mektubu - I

15:42 Yazabilen Yaratık 0 Comments

Sana baktığımda tüm sokak çocuklarına sarılmış gibi hissediyorum.

Uzun zamandır, bir kadın olarak kendimi sevemediğimi fark ettim. Kırk ikinci yaşımı seninle kutlayacağım sanıyordum. Seninle yirmi yıldır tanışıyordum. Bu yüzyılda yirmi yıldır beraberiz diyerek güldüğünü hep hatırlıyorum. Biz İsa'dan önce de sonra da birbirimizi sevmiştik, bazen cro magnon olarak dünyaya gelip, sakallarının arasından çirkinleşmeye yüz tutmuş bedeninle bana sert şekilde sarılmandan, Ortaçağ'da bir pantomim sanatçısı olduğum ve fahişelikle suçladığım o anda, bana uzaktan bakan çocuk olarak seni tanımama kadar. Hep farklı dönemlerde seninle denk geldik, sen hep bana eksik bir taraf ayırdığını söyledin, benden gelecekte olduğun zamanları da hep bir durgunluğun vardı. Şimdi de gelecektesin, yine benden önce gittin bir yerlere, bir başka yüzyıl için Tanrı ile anlaştığını biliyorum. 

Rönesans'ta bir kostümcü dükkanında çalışırken, senin kapıyı hızla çarpıp girmen ve oturur oturmaz ağladığını hatırladım. Sen ağladığında ben Shakespeare'in Hırçın Kız'ı için, kırmızıların yoğun olduğu bir kumaşı kesiyordum. Elimdeki makasın sesiyle irkildiğini de biliyorum. Ben işime devam ederken, sen sadece silinmemiş pencereden dışarı bakıyordun. Korkmuştun, ben bir adamın bu yaşta neden bu kadar korkabileceğini kestirememiştim. Sana seslendiğimde, şimdi hazır olmadığını söyledin, kimden korkuyorsunuz diyemedim, bir çocuk gördüm sanki babasından ölürcesine korkan ve ondan saklanan. Birkaç adam içeri girdiğinde artık kumaşların arasında sende doğanı bulmuştun. Sen de saten bir kumaşın ruhu vardı, sevemeyen ve silemeyen tüm kadınlar saten severdi. Adamları çıktı diye seslendim sana ama orada uyuyakalmanı da istedim hatta orada yok olmanı bile istedim, makasın sesi sanki senin hayatını artık ikiye bölmemi istiyordu. Kalktım ve seni tüm kumaşların arasından çıkardım, elimdeki makas ile bana ödeme yapmalısın diye seslendim. Korkunun en kolay yok olma şeklidir başka bir korku. Cebinden para çıkardın, bana uzattın, reddetmedin, ödeme yapmak sana normal geliyordu her iyiliğe. Tekrar parayı uzatıp, bana içki ısmarlaman için sana borç veriyorum dedim. Bir önceki gecelerde, Hırçın Kız'ı okuduğumda, Tranio şunu sormuştu; 

"Ne olur söylesenize efendim
Aşk bu kadar çabuk mu çarpar insanı."

Ben Rönesans'taki saçlarımı her zaman daha çok sevmiştim. Bukle bukle olmasını şu dönemde istiyorum ama saçlarımın uzaması gitgide beni mutsuz ediyordu. Kolay taranmıyor, kullanılan şampuanların beni yok ettiğini bile düşünüyorum. İçkiden sonra seninle evleneceğime hemen karar vermemiştim. Birazcık uzak durmaya çalıştım, garip ve içinde geçmişten gelen acılar taşıyordun. Sen cennetten kovulmamak için kanatlarını elma diye paylaşan biriydin. Bunu o dönemlerde, Havva olduğum anlarda anlamıştım. Yılan da elma da bahçe de sendin aslında. Bunları bir kadın olarak görebiliyordum. Hristiyanlığın senin üzerindeki etkilerini sevmemiştim Ortaçağ'da. İsa için oyunlar yazıyordun. Onları kilise içerisinde oynamaktan da mutluydun, daha fazla kazanabilmek için yazmayı seviyordun. Rönesans'ta bu değişti, iki kızımızın oluşu seni mutlu etmişti. Onlara Lafoel ve Clementien ismini vermiştik. Lafoel hep sana benziyordu. Gözlerinin yeşilini benden aldığını bilsem de o yeşil gözleri senin gibi bakmaya zorluyordu. Sana benzemek için her gün İsa'ya dua ediyordu. Bir gün senin gibi bakabilmek için resim yaptı, gözlerinin siyahlığını bir kağıda çizdi sonra engelledin, resim yapmasına kızdın, sen güzel olan her şeyi engellemeyi seviyordun. Kabul edemiyordun, seni neden sevdiğimi de sorgulamama da hiç izin vermedin. Kumaşlara dokunamıyordun fakat avuç içlerin göğsüme Shakespeare soneleriyle dolduruyordu. 

Rönesans'tan sonrasını hatırlamadığını anımsıyorum. Fransız devriminde yine birbirimize bulduğumuz yer çok komikti. Bastille hapishanesinden kaçtığımı söylediğimde, bana bakışını, o yeşil gözlerinin nasıl da korku dolu olduğunu anımsıyorum. 12 Temmuz gecesinde başladı her şey. O gün yağmur yağsaydı şu anda belki seninle tanışmamış olacaktım. Hapishane yerli yerinde olacaktı ve seninle üç yıl sonra yürüyeceğimiz ve senin sol ayak baş parmağının kırılacağı köprü olmayacaktı. O gece sadece insanları öldürmenin bir işe yaramadığını anlamıştım. Sana bunu söylediğimde her kadın gibi korktun tabi. İsmini hala hatırlıyorum, Juli, tam bir falcı ismiydi. Sen de genç bir kadın falcıydın. Benimle orada tanışacağını önceden bildiğini söyleyip, o kadar korkuya rağmen saklanmış ve üzerinde erkeklere özgü kıyafetler vardı. Biz karar vermiştik, tüm halkın ayaklamasına biz de destek olacaktık. Frao'nun dediği gibi; bu geceyi de uykuyla geçireceksek, öldürülmeyi hak etmiş olacağız. Frao'yu dinlerdim, onun bakış açısı beni hep gururlandırmıştı. Neden içerideydi bilmiyorum ama net bildiğim, ölümden nefret etme sebebinin kale komutanı Bernard le Launay olduğuydu. Frao'ya seni üç kez giyotine vuracağım diyordu. Ve çoğu acıyı zenginliği ile unutan Shcrore adındaki tek soylu ise, sadece Frao'ya senin nefret ettiğim tutkun yüzünden her gece mutlulukla uyuyorum diyordu. Aynı koğuşta olan herkesin ilişkisi birbirini sevmeme üzerineydi fakat mutlu olmak, bir geceyi daha kimsesiz geçirmemeyi sağlıyordu. 

Devrim öncesi seninle, o taşların Bastille'e atıldığı günde,tanışmamızı önceden görmeni hep hayranlıkla dinledim. Bir faldan daha çok masal gibiydi. Bana tiksinen gözlerle bakan kadınlar gibi bakmıyordu Juli, tabi o dönemde ismin Juli'ydi sevgilim. Şimdi bir erkeksin, gözlerin benim devrimdeki gözlerim kadar derin karanlık geceler gizli. Şu günümüzde, iskelede dans ettiğimiz geceyi hatırlarsın, Fransız Devrim'inde Launay'ın kafasını tahtayla gezdiren Frau, Bastille'in halk ve bizim tarafımızdan yıkılmasından bir sene sonra, o kutlamada bize şarkı söylemişti. Birlikte dans etmiştik, özgürlük kadar güzel bir şey yoktu. Sen yeşil gözlü kadınların az olduğu Fransa'da, herkes tarafından fark ediliyordun. Özgürlüğün yolunu Sartre'dan önce biz Fransa'da yaşadık. Senin kadın olduğun yüzyılda, seninle sevişmeyi değil de sadece gülüşüne bakmayı seviyordum. Sanırım şu anda sen benim sevişme isteğime karşı gülüşümü çok seviyorsun. Bugün 42 yaşımın 2 Aralık'ındayım. Seninle kutladığımız bu yüzyıldaki doğum günlerinde hep, bir cümle verdin bana. Bugün o cümleler sayesinde, kalbimdeki acıyı gülümsemeye çeviriyorum. Hep bir devrimin içinden geldin, gerek koşarak kaçtın, gerek bir falcı oldun, bunları bu yüzyılda yazmak istiyorum. Çocuklarımız yine iki tane biliyorsun. Oğlumuz Eolo'ya gülüşünü hep sevdim, kızımız April ise bisiklete binerek ve uçurtmanın üzerinde dünyayı gezdiğini bize inandırmaya çalışıyordu. Bu arada sana üç mektup yazmamı istediğin için aceleye getirmek istemiyorum o kutuyu açmak adına. Biliyorsun, senin oyunlarına hep saygı duydum. Rönesans'tan beri bir çocuk ruhuna takındın sen, bu yüzden senin dünyaya bakış açını anlamaktan zorladım. Sen kadınken de zordun aslında ama içinde, şu mutlu çocuklar gibi bakmanı hep sevdim. Şimdi gecemi, bana ilk ve tüm insanlığa ilk defa okutturduğun romanına sarılıp uyuyacağım. Bazen söz dinlemediğin için sana kızıyorum, hep erken gitmek zorunda olduğunu biliyordum ama neden seni öpmeden intihar ettin? Buna izin vereceğimi de biliyordun, sanırım oyuna yine başlıyoruz. Keşke regl olup, sevişemeseydik dedim, güldüm. Sen de gülüyorsundur ama gözlerimi göremediğin ve uzağı ölsen daha göremeyeceğin için, sana anlatmak istedim.

Yarın sana yazacağım.Hemen ölümü kabul etmeyeceğini bildiğimden söylüyorum, seni en çok İkinci Dünya Savaşı'nda sevdim.




0 yorum: