İyi Ki Beni Aldattın, Calimero.

16:07 Yazabilen Yaratık 0 Comments


Uzun bir gece sonrasıydı. Musluğu defalarca açıp kapattım. İçeriye mi gitmeliyim, yoksa ne yapmalıydım. Eski bir buzdolabı olan yerdeydim ve karar veremiyordum. Her şey benim gitmemi söylüyordu. Sadece bir kez daha açtım ve hızla akan suyun sesinden sonra içime de böyle bir akma olduğunu fark ettim. Kapatmam gerekiyordu. Odaya hızla girdim. Sadece uyuyan bir kadın vardı, yatakta, kimdi, neydi, hangi üniversitede okuyordu, biliyordum. Bilmediğim şeyleri saklayan kadınlardan nefret etmişimdir. 

Nefret etmişimdir, sonrasında çıkan şeyler beni delirtir. Not açıklanmaları, gece haberleri ve Pazar günleri aslında sevmediğim kuzenlerimin geleceği gibi. Bunları hep sonradan öğrendim. Erkek olduğumu da sonradan öğrendim. Bunu nerede nasıl fark ettim, bilmiyordum. Saçlarım vardı, gözlerimi kapatmasını beğenirdim. Bir de beni seven bir anneannem vardı. Hiç sonrası olmayan bir sevgiydi bu. Bunu anne ve babamdan intikam almak için, fermuara kasıklarımı sıkıştırarak, iğdiş etmek isteyerek yapıyordum. Canım yanıyordu. İç çamaşırı neden giymiyordum bilmiyorum. Çocuktum diyedir ama sonrasında hep acıyı içimde hissediyordum. Aklım böyledir, musluğu açık bırakınca iyi hissediyordum. Tekrar koşarak mutfağa gittim. Nefes alış verişlerimi düzene sokmam lazımdı. Bu bir aşk hikayesi değil bu arada, hala okumaya devam ediyorsanız, söyleyeyim. Evet, fotoğrafta bir kadın tebessümü paylaştım. Hikayenin sonunda onunla nasıl karşılaştığımı size anlatacağım ama ilk önce şu musluktan akan suyun beni nasıl dinginleştirdiğini iyice anlayın istiyorum. Açtım, hava soğuktu, soğuk bir şehirde okuyordum. Evli değildim, evlenecek kadar seviyor muydum bilmiyorum ama musluğu kapadığımda sadece içeri koşarak girmek ve kapıyı kilitlemek istiyordum. Bunu başarmalıydım, nefesimi kontrol edemiyordum, hemen yakın arkadaşlarımdan birini aradım, kendisi bana yine bakire bir kızla yattığını, onun ilki olduğunu ve her zaman bu konuda her kadına destek olacağını söylüyordu. Sadece gülüyordum, sanki her şey sıradandı ve biz saçma bir erkek muhabbetiyle tüm feminist kadınlardan intikam alıyorduk. Kapattıktan sonra musluğu açtım, bir bardak su koydum. Beklettim, suyun beyazlığı kaybolduğunda, hemen içeri koştum.

Uyandırmak için saçlarını okşadım, çekik gözleri bana iyi geldiği için hemen bakamadım. Saçlarını yeni kestirmişti, bir kere de kısa yapmıştı, ensesinden öpmek bana iyi geliyordu. Kuş gibiydin, diyordum, calimero'yu severdim. Söylenişini severdim diye öyle hitap ediyordum onu kızdırmak için. Sevdiklerimi sevme şeklim onları kızdırmak üzerineydi. Neden böyleydi, ben kimseyle sakin bir anlaşma şeklim olmadı. Sevgimi bile, laf sokma üzerine kuruyordum. Saçlarını okşadım, yanına çekmeye çalışsa da hemen uzaklaştım, bacaklarının üzerine oturdum. Ayakları yorganın altındaydı, bir mavi çizgili şortu olmalıydı. Tebessüm ettim, gerçek bir tebessüm, uzun süredir kendimi bu kadar iyi hissetmiyordum. O da mavi lensli gözleriyle bana baktı. Bu yaptığım şeyi hayatın boyunca unutmayacaksın dedim, yine bir sürprizdi sanki. Bir gülüş kondurdu, dişleri küçüktü, şu süt dişlerindendi ondaki. Onun güldürmek her zaman beni mutlu etmişti. Hep sevdiklerimi güldürüp, onlarla sevişirken susardım. Onlar konuşur,sevgi sözcükleri söylerlerdi. Ben bunu sanki, bir görevmiş gibi yapardım. Kapılıp gidemezdim, annem kimseyi hamile bırakma diye çok tembihledi. 

Tokat sesinden sonra, duvara kafasını vurdukça, ben de kafasın vuruyordum. Aslında ikimizin yaptığı eylem aynıydı. O da kafasını vuruyordu, ben de onun kafasını. Ama bu hangimiz daha iyi yapıyorduk savaşı mıydı bilmiyorum. Bir çığlık koptu, ekmek keser gibiydi. Musluk sesi de yoktu, bu beni durdurmuyordu. Hiçbir bakire kızın ilk olmadım diyeydi. İlk olmak, musluk açmak kadar rahatlatmayacaktı beni. Biliyordum kadınların hemen ağlamasındaki acıyı. Annemi de çok gördüm. Annem babamı neden aldatmadı diye yıllarca düşündüm. O sıra birbirimize sarıldık ve kim daha fazla vuracak diye uğraşıyorduk.

Üçüncü kez beni aldatma sebebini konuşamayacak kadar yorgunduk. Yatağın üstünde durduk, insanlar korku dolu gözlerle bize bakarken, güldüm, büyük bir kahkaha attım. Suyu getirir misiniz dedim, evdekilere, koşarak getirdiler, ona uzattım. Sana ayırdım dedim, güldü o da , yüzümüz kıpkırmızı ve ağlamaktan yorulmuştuk. Sarılsak , hemen uykuya dalacaktık. Suyu bitirdikten sonra, insanların arasında, son kez sevişelim mi dedi, insanlar korku dolu yüzleri ne hale geldi bilmiyorum,arkam onlara dönüktü. Hayır, dedim. Sanki onu erkekliğimle, bana sahip olamamayla cezalandırıyordum. Sonrasında suyu koyar koymaz üzerime saldırdı ve omzumu ısırdı, ben de onun boynunu emdim ve kavgamız tekrar başladı. Nasıl öğrendiğimi konuşmadık, yorgunduk ve yataktan yere doğru kavga devam etti. Sırtımı eski, iki kapılı, üç gözlü dolaba sırtımı dayayarak, dinlendim ve o da dizlerime uzandı. Saçlarını okşayarak, bir şarkı fısıldadım. Eski, uyduruk bir şarkıydı sanırım. Sabah ailesi gelene kadar, o şarkıyı söylemek isterdim ama uyuyakaldım. Ailesi, neden birbirimizi ısırarak öldürmek istediğimizi sordu. Bakire olduğunu düşünen babasına, dini bütün annesi; kızımız orospu olmadan, alıp gidelim, diyebildi. Dünyanın en ağlanması gereken sözüydü. Üç gün, ağlayarak uyudum bu sözden sonra. Bir hafta da konuşmadım, kimseyle. Kedi bize bakıyordu. Eşyalar toplandı, ben ağlıyordum sonra musluğu açıp yüzümü yıkadım. Gittiler. O gün diğer ev arkadaşı yemek hazırladı ve sevişelim mi diye teklif etti. İyi geleceğini ve mutlu edebileceğini söyledi. O anda, pekala, dışarıdan ne istersin diye sordum. Bira alır mısın dedi, peki dedim.

Evden çıktığımda, Antalya'ya bilet aldım. İki saatlik yoldu. Antalya hep bana acı vermiştir. Ne zaman aldatılsam, ne zaman yerime biri sevilse, ne kadar bana acı verecek şeyi duyacaksam, hep Antalya ile alakalıdır. Bira almaya, üç saatlik yola çıktım. O anda uçağa binme isteği geldi. Yolda indim ve ilk uçağa bindim. Rüzgarı çok olan bir şehirde indim,bunlar beş saat içerisinde oldu. Sabaha karşı bir otele yerleştim. Uzun bir sahili olan şehirde, yürümeye başladım. Gece Tanrı'ya dua ettim. Beş seneme karşılık bana on sene sonrasına gün verdi. O günü yaşayacağımı söyledi. Bugün, o günden tam on sene sonraydı. Tek bir gün için beş sene önce ölmek aptalca bir anlaşmaydı. Faust okumamalıydım.

Taşların arasından, denizin fotoğrafını çeken bir kadınla karşılaştım. Bu onun tebessümü. On yıl önceki hikayeyle alakası ne diye sorarsanız. Onu da ilk böyle tebessüm etmesinden tanıdım. O gece ve sonraki gecelerde onun tebessümüne bakarak uyudum, Mastürbasyon yapmadım, inanın, cidden sevgiyle baktım fotoğrafına. Sanki, çocukken oyunlarımız aynı gibi. Hep böyle masalsı aşklar yüzünden, katiller ve saç dökülmeleri yarattım. Saçlarını saç eliyle alnından arkasına attı. Bana bakarken, sanki rüzgarla beraber içimden geçiyordu. O anı, durdurmak isterdim. Üzerine şiir yazmak istemeyeceğin ama bir romanın kahramanı olarak kaleme alacağın bir bakışı vardı. Hep böyle olurdu. İnsanları tanımadan böyle yükümlükler atfederdim onlara. Aslında hiçbir alakası bile yoktur belki. Duygusal biri değildim, on sene geçmişti. Yaşadığım çoğu şeyi unutmuş, sadece görüntüleri hatırlıyordum. Yanına gitmek istedim fakat yanında geçtim kadının. Fotoğraf çekmeye devam ediyordu. Dönüp, sevişelim mi dedim.

Hayır, demedim, içimden bu sözü söylemek de gelmiyordu. Ben onunla sevişsem ağlardım. Cidden, nedenini bilmiyorum. Ağlamak gülmek gibi bende sanırım. Neden seviniyorsam, hemen ağlamak geliyordu içimden. Yanına gidemedim. Çekingenimdir. Böyle kafamı esip yaptığım tek şey, gece yemekleridir. Çok severim, neyse konumuz bu değil. Tebessümünü bana, uyurken alnımı öpecek kadar içten biri olduğunu hissettirdi. Bu tebessüm, o tebessümün intikamıydı. Otel odasına gitmeden, tekrar geri döndüm, seni nasıldı, sadece bunu aklımla kurgulayamıyordum. Pardon, diye seslendim. Pardon, diye seslenmek benim ince ve naif biri olduğumun göstergesidir. Fidangör caddesine nasıl gidebilirim. Yüzünde ve gözlerindeki ciddi tavır, ilk baktığı andaki gibi değildi. Rahatsız etmiştim. Dolmuş geçiyor karşıdan, oradan gidebilirsiniz, diyebildi. Koskoca bir hayatın son cümlesi böyleydi. Belki de yazmaktan vazgeçtiğimin son cümlesi böyle olmalıydı. Kafka ya da Dostoyevski, Sartre'ın romanının son cümlesi gibi: Dolmuş geçiyor karşıdan...

Bu cümle ile sonlanacak bir mektup yazdım. Tebessümünü uzun uzun anlattım. Eksik olacak her şeyi tamamlayacak kadar güzelsin demedim, güzelsin hiç demem ben. Ben güzelsin kelimesi yerine, aslında güzel gülümsüyorsun dedim. Özür dilerim. Biliyorum başka bir kelime kullanarak, şairane yapmalıydım diye kendime kızdım ama olmadı. Bu sözcük, tebessüm kelimesinin sıfatıydı. Yoksa cümleyi tam anlamıyla, beş yaşındaki bir küçük evet küçük çocuğun sevgisini nasıl koyabilirdim. Tanrı seslendi o sıra, yağmur yağdı. Akşama tekrar o tarihe döneceğim diye, mektubuma devam ettim.

Mektupta bir cümlede; annem gibi bakıyorsun dedim. Sonra silemedim, silgim yoktu. Merkezden de uzaktı, üstüne de karalayamıyordum. Bu cümleye bir anlam yüklemek zorundaydım. Sonrasında zaten mektup eline geçmeyecek diye vazgeçtim. Annem benim yol arkadaşımdı, daha fazla acı çekmesin diye çabuk ölsün diye çok dua ettim, olmadı. Tebessümünü düşündüm yine dizinin üstünde duran, gri kazaklı kadının. Alt dudağında, yara izleri ya da tüyleri vardı. Bir şey vardı alt dudağında ama sevmiştim. İnsan sevdiği ve anlam veremediği şeye dokunmayı ister. Ben de mektuba bunu yazıp, kelimelerin üzerine dokundum. İsmini bile bilmeden, otel odasının lobisine bırakacaktım, otelde öldürmeyecektim kendimi. Sonunda, bu tebessümün, kızında da olsun yazdım. Bir daha başka bir tebessüm görmek istemediğim için, intihar etmeye o anda karar vermiştim. İntikamı böyle alacaktım. Beni aldatamayacaktı, onun için büyük sürprizler ya da acılı geceler geçirmeyecektim. Beni aldatmayacak, benim sevgimi yok etmeyecekti. O gülümseme acıya dönüşmeyecekti. Bir daha bana dolmuş karşıdan geçiyor diyemeyecekti. Mektubun sonunda, yaşadığım için beni affedin yazdım...

Otelden çıktım, bir gül satan kadın ve dilenci çocuğuyla karşılaştım. Para istediler, cebimdeki yüklü miktardaki para arasından bir bozukluk verdim. Pek beğenmedi. Sonrasında, ışıklarda durdum. Karşıdaki dolmuşa koşar gibi, o heyecanla ve aklımdaki tebessümle koştum. O anda göz ucumdaki arabanın yaklaşmasıyla öleceğimi anladım. Tek sorun, mektupta bana araba çarpacak, kusura bakmasın, suç bende dememiştim. Üzgünüm, diye düşünürken, sanki karahindiba çiceğine üfler gibi dağıldım, hem de hiç önemli olmayan bir çöpü, atar gibi dağıldım. O uzun saçlı, fotoğraf çeken kadının tebessümü bile unuttum, sadece aklımda, yere çarpmadan, oteldeki musluğu açık bırakmanın sevinci vardı.  




0 yorum: