Bay Kafka Ve Lal - PreRoman
BAY KAFKA VE LAL
-
Senin kardeşin olarak dünyaya gelmeyi ya da seni kendim doğurmuş olmayı
isteyecek kadar çok seviyorum.
-
Siktir git bu evden.
Dedi.
Bunu
söylerken de gözlerini benden hiç ayırmadı. Bu kadar kararlı olmasını hiçbir
şeye bağlayamıyordum. Ondan güçlü değildim, ona saldıramazdım. Ne yapacağımı
bilmiyordum. Sanırım sadece ayaklarını kapanıp yalvarmam gerekiyordu. Saat
kaçtı? Mevsim neydi? Uzun zamandır neyi sevip sevmediğimi bile hiç bilemiyordum.
Sadece ondan ayrılmak istemiyordum. Bu sözü yazabilmek için ondan aldığım
kitapları okudum. Yazılar yazmaya karar verdim. Şiir yazmaya başladım, Türk
şairlerin şiirleri bana çok duygusal ve rüzgarda zıplayarak koşan çocukların
heyecanını verirdi. Ben bunları artık sevemiyordum. Sadece onu seviyordum,
sadece onun sevdiklerini, sadece anlattıklarını, ağzımdan sadece, Son kez
öpüşelim, yalvarırım, sözü çıkabilmişti. Beni kırmayacağını biliyordum. Sonra
gideceğimi ve eşyalarımı zaten önceden topladığımı da çok iyi biliyordu. Bu evi
ona bırakacağım konusunda da anlaşmıştık. Sadece onsuz kırklı yaşlarımın nasıl
geçeceğini düşünemiyordum. Şimdi bana bu kadar aşık olunmaz diyeceksiniz, eski
Alman romanlarındaki, kahraman romantik karakterlerden de değilim. Sadece herkesin
sekizinci, dokuzuncu tercihi olabilecek bir bölümden mezun oldum. Sonrasında
kitap okuyarak insanları etkileyeceğimin farkına vardım. Uzun süre okuduğum
kitapların kapaklarını otobüste ve metroda insanların gözlerine soktum. Onlar
da biraz eğilip göz atıp tekrar kafalarını çevirdiler. Anladığınızı sanıyorum,
kendimi aynada pek sevmeyen biriyim, baktığım zaman aynaya sadece yalnız
kalmamak için kendime katlandığım zamanlarım bile oldu. Bu yüzden onu kaybetmek
de istemiyordum. İsteğimi sigara yakmadan önce kabul edeceğini ve içerken de bu
evi terk etme sözü verip veremeyeceğimi sordu. Cevabı zaten biliyordu, sadece
bir sözleşme için taraflar birbirine sözlü onay vermesi gerekiyordu.
Nasıl
tanıştığımızı size anlatmak istiyorum fakat onu da öpmek istiyorum. Bu yüzden
onu öpme isteğim, sizinle bu konuyu açmak ve kendimi övmeyi sona bırakmak
istiyorum. Çünkü ona karşı tutkum normal değildi. Öncekiler gibi değildi.
Farklı bakışı ve yüzündeki ben’in yeri bile tam istediğim gibiydi. Bu kadar
rastlantı olamazdı. Onunla yan yana oturduğum otobüste ikimizde aynı kitabı
okurken denk gelmemiz bizi buluşturan kadar diye nitelendirmiştim. Oysa
Tanrı’ya da kadere de inanmam. O anda kaderi kullanmak istiyordum. İnsanları da
kullanmayı bir zaman sonra çok sever oldum, inanmadığım şeylerde çoğunluğa göre
hareket ederdim. Teke tek yakaladığımda ise zaten karşımdaki insanı kolaylıkla
düşüncelerimi onaylatacağım için o zaman bahsederdim.
-
Daha bekleyecek misin?
Ona
yaklaşırken sadece altında siyah ve kalçasının yarısını kaplayan bir iç çamaşır
vardı. Yarısında lastik izi olmasını sevmediğim için, ona bile dikkat ediyordu.
Bunu nasıl başarıyordu açıkçası bilmiyorum . Suratında yine o sevdiği bordoya
yakın ruju ile karşımdaydı, ellerinde french ojeleri ve tırnaklarının ucunda
sanki hayatımı anlatan bir romanın ilk cümlesi duruyordu. Ne kadar da kendimi
düşürüyordum karşısında, sanki bunu bilerek yapıyordum. Onu ulaşılmaz yaptığım
için her seferinde kendimi Shakespeare gibi hissediyordum. Belki de bunu bile
hissetmiyordum. Önceden olsaydı, şu anda sinirle evi terk edip gitmiştim,
suratımı günlerce asar, telefonlardan engeller, internette başka insanlarla
konuşurdum.
Yaklaştığımda
aklımdan ne geçiyordu bilmiyorum. Öpücüğünde tüm sevdiğim kadınlardan intikam
alıyordum sanki. Hepsi karşımda beni izliyorlar ve kafalarını sağa sola
çeviriyorlardı. Sevimsiz görünüyordum onların gözünde fakat bunu istiyordum.
Sonrasında alt dudağının dudağımdan hızlıca geçişini hissettiriyordu. Dişiyle
önceden olsa ısırır gibi yapardı, o anda ben de ayaklarını öpmeye eğilirdim.
Dökülen saçlarımı severdi ve her şey sanki yeniden filizlenirdi. Adem elmayı
yeme derdi, Havva ısırırdı, cennetten kovulurduk, sonra ben bir iş bulurdum, o
ise kitapları ayırırdı, yemek yaparken birlikte Nietzsche okumayı seçerdik,
Zerdüşt bugün yeşil mercimek yapmamızı buyurdu, dedikçe gülüşüm görünürdü.
Bıyıklarımı kimse güldüğümü fark etmesin diye bu kadar uzatıp tüm edebiyattan
intikam alıyordum aklımca. Cennet dediğimiz yer, insanın birbiriyle
konuşmasıymış oysa. Saatlerce konuşmayı seçerdik, bunları sonra sadece
cumartesi günleri yapmaya başladık, sonra iki haftada bir derken, sustuk.
Dudakları
hala dudağımdaydı, sanırım birkaç saniyelik bir öpücüktü ama ben şu anda
saatlerce anlatacak kadar hissettiğim yalanıyla yaşıyordum. Çünkü önceden uzun
öpüşmelerimiz, az sevişmelerimiz olurdu. Erken boşalma sorunu yaşadığımdan
değildi, sonrasında saçlarımı sevmesi,beni daha mutlu ederdi. Uyku sorunumu
onun feministleri kıskandıracak mor ojeleriyle çözmüştüm. İnsanın hayatında,
ruh eşi dediği insanlardandı. Bunu sol gözünde katarakt olan o falcı da
demişti. Bir insanın eşcinsel taklidi yapması kadar inandırıcı olmayan o falda
bundan bahsetmişti. Yakın zamanda eş ruhun seni bulacak, demişti. Ben de yine
aynı fallar diyerek devam etmiştim. Bu geleceği daha çok yaşama duygum yüzünden
çoğu zaman hata yaptığımı da düşünüyorum. Bu kadar düşündüğüm için saçın
dökülmüştür, çok okuyorsun diye mi gözlük takıyorsun gibi soruları da
sormamıştı. Belki de merakını benim fiziksel özelliklerime yaklaştırmayan
insanları daha çok seviyordum. Çünkü karşımda bana benzer biri yoktu, aynadan
bahsediyorum. Kendime baktığımda hızlı yaşlanmayı çocukluktan seçen ve
arkeologların bile bulamayacağı umutlarını parka gömen bir çocuk duruyordu.
İşte, onu gördüğüm zaman, tüm dünya çocuklarına sarılıyormuş gibi
hissediyordum. Bir taraftan da ona “ Sen benim her şeyimsin.” diyecek kadar da
özgüvenimi kaybetmemiştim.
Öpüşme
düşündüğünden daha da kısa sürmüştü Bay Kafka’nın. Merhaba sevgili okuyucu, az
önceki satırlardaki lafı uzatmaya seven arkadaş, birkaç saniye öpüşme sırasında
sağ bileğini kesti ve şu anda son bir öpücük almak için kan akışıyla savaşıyor.
Size
kendini acındırmak ve aklınızı bulandırmak için bunu yaptı. Çünkü bileğini
kesmek için algınızı dağıtmak istiyordu. Öpüşme konusunda isteksiz olan Lal
ise, son isteğini gerçekleştirmek adına bunu yaptı. İntihar etmenin melodramatik
halini yapmak istemişti, bunu tasarlamıştı, zaten ayrılacaklarını biliyordu ve
son kozu olarak söze başlarken ki ilk cümleyi bir kitaptan aldığını ya da
değiştirdiğini düşünüyorum. Bileğinden akan kanlar artık onu ayakta tutacak
kadar sıcak değildi. Gözlerini yavaşça yumdu, öpücükten sonra Lal, üzerini
değiştirmek için elbise dolabına yaklaştı. Açık olan elbise dolabından en son
yeni aldığı bir trençkotu koymuştu. Rengi istediği gibiydi ve ucuza satın
almıştı. Bunun mutluluğunu bugün hiçbir şey bozamayacağını söylemişti. Belki de
bu yüzden Bay Kafka’nın bileğini kesmesine tepki göstermemişti.
Üstündekileri
çıkarmak için ayna karşısına geçti. İlk önce üzerindeki salıncak illüstrasyonlu
tişörtünü çıkardı ve mavi askının içine yerleştirdi. Bu arada ağzına Pink
Martini adlı gruptan bir parça takılmıştı, sadece mırıldanıyordu. Mavi fırfırlı
eteğini ve beyaz külotlu çorabını önceden çıkarmıştı, çünkü kendisini öyle
görmek istiyordu. İntihar öncesi son hayata tutunuşları olacağı için Bay
Kafka’nın buna da olumlu yanıt vermişti. İç çamaşırını çıkardığında biraz kan
geldiğini fark etti. Zaten tüm gerginlik pms sendromunun yüzündendi. Adet
gününden önce olan şişkinlikler ve gerilmelere hala alışamamıştı. Ped almaya da
alışmamıştı. Tüm aksilikler üst üste geliyordu. Lal, bu durumda hemen sigara
yakmayı öğrenmişti. Tuvalete hızlıca koştu ve peçeteleri toplayıp kasığının
içine yerleştirdi. Bu biraz idare edecektir, diyerek zaman kazanmıştı.
Sigarasını çantasından alıp, bu sefer mutfağa koştu. Tedirgin olduğu zamanlardan
odadan odaya koşmayı, gezmeyi severdi. Mutfaktan da kibriti alıp, yaktı,
kokusunu içine çekti. Çocukluktan beri çok severdi. Kokular haricinde geçmiş
hakkında herhangi bir şey hatırlamıyordu sanki. Bay Kafka yerde yatıyordu.
Yanına geldi, kontrol etti ve “ Daha ölmemiş” dedi. Bunu nefes
alışverişlerinden değil, burnuna tuttuğu ateşin sönmesiyle fark etti. Elbise
dolabından puantiyeli tuniğini aldı, altına da fileli eteğini aldı. Tunikte
beyaz bir yaka da vardı, her zaman giymeyi istediği elbiselere artık sahip
olmanın tebessümü yüzüne vurmuştu. Aynadan sigara tutuşuna baktı. Üniversite
zamanından bir arkadaşının içme stilini denedi ve çok hoşuna gitmişti. İçerken
küçük parmağını diğerlerinden ayırarak kendine özgü bir şekil vermişti. Bu
duruma güldü, kahkaha atacakmış gibi oldu ama utandı, dudağına sürdüğü rujun
izi dişlerine bulaşmıştı. Gözüne kalem
çekmek için çekmeceden makyaj malzemelerini çıkardı. Hepsini koklayacak zamanı
yoktu. Siyah bir göz kalemi, rimel derken, makyajını tamamladı. O arada sigarasına
bulaşan ruh izine takıldı. Dakikalarca bakmayı istiyordu aslında, eline,
bedenine göre büyük göğüslerine, kalçasının beline uygun haline, dişlerinin
büyük ve dudaklarının etli oluşuna, gözlerinin çekik ve beyaz tenli olmasına.
Sanki modern dönemin Roma mitolojisindeki Venüs’tü. O kendini aslında intikam
perileri Erinyalar olarak görüyordu. Hiçbir şeyi unutmuyordu, bedenine, ruhuna
yapılan çoğu şeyin intikamını başkasından almaya çalışmakla zamanını
geçiriyordu. Sonra yerde halıya bulaşan kanı fark etti. Gözleri büyüdü, göz
rengi herkeste olan göz rengine benziyordu, sadece biraz büyüktü, aslında
birazdan daha çok büyüktü göz bebekleri. Sanki Japon animelerindeki kadın
karakterlerinden biriydi. Japonca bilmezdi ama hayatın bir anime tarafının da
olduğunu ve bunun ancak uzak doğuluların görebildiğini düşünenlerdendi.
Kan
izlerini takip etti. Sigarası bitmişti ve çoktan tırnağıyla kül tablasında
ezmişti. Bay Kafka’nın bileğine baktı ve çığlık atarak yanına koştu. İmdat
sesleri arasında onu kaldırmaya çalışıyordu. Göbeğinin biraz açık olduğunu ve
dışarı çıkan nefret ettiği göbek deliği kılları akan kanın üzerinde kağıttan
bir gemi gibi geziyordu. Çığlıklar ve gözyaşı arasında boğulan Lal, Bay
Kafka’nın gece yeme alışkanlığını sonlandırdığı için mutluydu. Sırtına almaya
çalıştığında, çenesi koltuğa çarpan Bay Kafka hiçbir tepki göstermedi. Kapıya
kadar taşıdıktan sonra zil çaldı. Ağlayışlarına komşuların yardıma koştuğunu
düşündü. Kapıyı açar açmaz, Bay Kafka, başının arkasını kapı eşiğine çarptı,
sanki anahtarı bulduktan sonra yere atılan bir çanta gibiydi. Karşısında
omzunda on dokuz litrelik damacanayı tutan görevli vardı. Su getirmiştim, dedi
ve yutkundu görevli. Hemen boşu getiriyorum diyerek mutfağa koştu. Bir saat
öncesinde suyun bittiğini fark edip söylediğinde bu kadar geç geleceğini tahmin
edememişti. Çay yapacaktı oysa, kahve bile içemeden güne başlamanın etkisi diye
bir şey olmadığını yıllar sonra anlayan Lal, evinizde paralı su var mı, diye
soran insanları antipatik bulurdu. Bazı sözcük öbeklerini sevmezdi, bazılarını
da defalarca tekrarlardı. “ Müptezel” ya da “ Hissikablelvuku” gibi sözcükleri
çok severdi ama yazılışları konusunda dakikalarca düşünürdü. Birkaç harfin yan
yana gelmesinde bir hata olduğunu düşünse de yazılışları doğru olurdu. Peki,
neden dakikalarca sanki ilk defa görmüş gibi hata arıyordu, bunu sorgularken
yanından geçen kediyi sevdi ve bu sorguyu sonlandırdı.
Boş
damacanayı getirdikten sonra paranın üstünü veren görevli, yerdeki Bay Kafka’ya
bakmamak için doğalgaz sayacının ne kadar yaktığını, rakamları aklında
tutabilecek mi bakalım gibi kendince zeka oyunları yapıyordu. Görevli parayı
aldıktan sonra hızla apartmanı terk etti. Zaten kot 1 dairede yaşadıkları için,
uzaklaşması çok zaman almadı. Çığlık ve gözyaşı tekrar başladı. Sesi gittikçe
boğuk bir halde duyulmaya başladı. Bay Kafka’yı kucağına almaya çalışırken
külotlu çorap, bacak arasından başlayarak yırtılmaya başladı. Sakın, sakın diye
sinirlenerek, “şimdi kanamanın zamanı değil” gibi garip bir tepki verdi.
15.
Eylül 2008
Saat –
19:21
21 Ekim
2018’de kendimi öldürmeyi planlıyorum. Bay Kafka adlı mahlasla yazı yazmaya
başladım. İlk başta eğlenceli yazılar yazarken, hayata karşı bir duruşum olması
gerektiğini fark ettim. Bir gün ölürsem adlı öykümü yazdığımda fark ettim.
Hiçbir zaman bir mirasım olmayacak, zaten ölmeye yakın olduğumu fark ettiğiniz
zaman kitaplığıma bakmanızı tavsiye ederim, büyük ihtimalle bütün kitapları
satıp, şehirlerarası yolculuklara çıkacağım, göl kenarlarında oturduktan sonra
iki şehirden birisinde hayatıma son vereceğim. Bunlardan biri soğuk, birisi de
en sıcak şehirlerden biri olacaktır diye düşünüyorum.
Ölümümdeki
etkisi olan üç insandan bahsetmek istiyorum. Şu anda biri hayatımda ve
sanıyorum ki ondan sonra kimse hayatıma girmesine izin vermeyeceğim. Onların
isimlerini vermek istemiyorum. Benim onlara verdiğim isimlerden yola çıkarak
onları bulacağınızı biliyorum. Birincisi İstanbul’da yaşamakta, Çehov dövmeli
kız olarak onu adlandırdım, sağ elinde Rusça Çehov yazan bir dövmeyle yaşamakta,
ondan bahsettiğimde Ç olarak söze devam edeceğim, bir diğeri ise, Shizuka
adındaki bir oyuncak bebek olarak nitelendirdim. Son ve şu anda hayatıma son
vermeme kararı aldığım Mona Rosa adlı şiiri çok seven kadın olarak bahsetmek
istiyorum. Mona Rosa, benim hayatımı alt üst etmesine izin verdiğimde çok
küçüktüm. Ona bakarken benim kurtarıcım olduğunu düşünüyordum. İsa gibiydi, ben
ise Tanrı’nın sözlerini insanlığa aktaramayan Musa’ydım. İçime kapandıkça o
daha mutlu olduğunu fark ediyordum. Şu anda hayatımdan ne zaman gidecek diye
bekliyorum. Ben kimseden ayrılamadığım için, benden nefret etmesini sağlıyorum.
Bu yüzden fotoğraflardaki sırtı dönük kadınların bir gün beni seveceğine
inanarak çocukluğumu geçirmiştim. Ölümüm, sizleri özgürleştirecek diye düşünüyorum.
Beni on senede unutacaksınız ve ben de size kendimi hatırlatmak için bu mektubu
ölmeden önce cebimde taşıyacağım. Siz beni öldürdünüz, beni sevme tarzınız beni
öldürdü, beni inandırdığınız sevgi sözlerinin sadece bana ait olduğunu düşünmem
beni öldürdü. Kısacası, sizin en mutsuz zamanlarınızda sizi mutlu etmek için
Tanrı tarafından gönderilen melek olduğumu sanıyordum, palyaçonun korkunç
olduğunu büyüdükçe öğrendim. Öldüğümü öğrendiniz, ölü bir adamla zamanında
uyudunuz, ona baktınız, sırtınızı döndünüz, ona gülüp, seni seviyorum dediniz.
Şimdi, bu mektubu okuduğunuz gece sadece beni düşüneceksiniz, ben de sizden
yılların acısının intikamını alacağım.
II.
0 yorum: