Tiyatro ve Taciz Notları : Ayak Feministleri'ne

01:25 Yazabilen Yaratık 0 Comments

Bir Tiyatro Mezunu'nun Tutti Frutti Kızına Dönüş Hikayesi


adlı bir yazı okumayı düşlüyorsanız, üzgünüm, burası yeri değil.


Tiyatro, taklit ile doğdu. İlkel insanlar, avlanmayı, ölüm törenlerini taklit ettiler sonrasında toplum geliştikçe bu sanat halini aldı. Bu zaman sürecinde eril zihniyet, kültürü insanlığın önüne koydu ve artık eril sistemin dişlilerinden oldu tiyatro.

Hocalarımdan bir tanesi sahne üzerinde ; "Tiyatro faşist bir sanattır bebeeem" derdi. Benim uğruna dört yılımı vereceğim, sonrasında hayatımın odak noktası yapacağım sanat, devrimci sanıyordum. Antik Yunan'dan itibaren sahneye çıkanlar, Ortaçağ'da sahneye çıkan fahişelerden ne farkımız vardı günümüzde. Bu süreç içerisinde, gerçekten de çoğu metinde kadın sorunu odak olsa da, tamamen eril bir dil vardı. Dilin değişmesi gerek diye düşündüm. Kendi dilim, toplumun dili, sanatın dili. Dil ile başlardı, dil ile varlığını sürdürdü. Shakespeare vardı, Moliere, peki kadınlar yazacak bir şey bulamıyor muydu? Virginia Woolf dedi ki; kendimize ait oda gerek. Odalarımız da oldu. Anlatacaklarımız yine faşizme mi dokunacaktı. Biz hani, insanlara sağ duyusunu anımsatacaktık.

Okulların kısmı faşist eğitiminin yanını sıra kadın akademisyenlerin de sisteme bağlılığını görmüştüm. Bu süreçten sonra Kadın Çalışmaları eğitimi almak istedim. Metinleri tekrardan ele alıp, günümüze toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine düzenleyebilir miydim? Faşizmi, hümanist ve feminist çerçeveye çekebilir miydim? Fakat Semih ve Nuriye kadar aç kalamayacaktım. Yaşamımı sürdürmek için bu alanda, eril cinsiyetini fark etmeyen çocuklarla cinsiyet eşitliği göz ettiğim oyunlar çalıştım. Kadınlar, Cadılar, Prensler ve gündelik işlerin ortaklığını anlattım. Çalıştım. Faşist değildim, çocuktum onlar kadar. 

Bu süreçte işi pazarlaman gerekiyor. Bu yüzden tiyatroyu sahiplenen, pek çok sözde sanatçı ile diyaloğa geçtim. Sanırım Tiyatro ve Taciz, Travma arasındaki 3 T teoremini şimdi fark ettim. İlk konuşmada "ne kadar güzelsin" , "kiraz dalı gibisin" , " senin gibi kadınlar tiyatroya gerek " , hatta ünlü oyun yazarları " sen beni ararsan oyunumu ücretsiz sahnelemene izin veririm " Peki bu insanlar neden kadın olduğum için özel bir ilgi bekliyorlardı. Sonra bu durumu, kendi alanımdaki "kadın çalışmaları" bölümü arkadaşlarıma paylaştım. Temmuz ayının sonu, pek sıcak, hepsi tatilde, bazıları fasulye kırıyor, bazıları instagram'da hikaye paylaşıyordu. Herkes ayak feministiydi.  Ben bu konuda neler yapabilirim diyebildim. Sonra insan anlıyor ki; yalnızsın! Bir savaş vereceksen, insanları sen toplayacaksın. 

Bu sanatçıların hepsi sosyal demokrat, anarşist ya da iktidara sözü olan insanlar... Kadın cinayetlerinde en önde, mor bayrakları, Özgecan, Çilem, 5 Aralık, Kahrolsun Erkek zihniyeti, Çiçek Babandır, Erkeklik böyleyse biz erkek değiliz gibi dövizlerle yükselen kalın sesleriyle göğü delen erkekler...

Dehşete düşüyorsun fakat bu hep böyleydi. Kadın ise, yükselmek istiyorsan, birinci asistan olmak, yönetmen olmak, faşist sanatta sen de yer almak istiyorsan, bir şekilde tanıdığın da yoksa, insanlardan tiyatro sahnelemek için güzel metinler ararken kendi bedenini ortaya koyman gerekiyor. Kaç kadın, bunu yaşadı dedim. Hatta İzmir Devlet Tiyatrosu'nda bir yönetmenin Amerika'da okuttuğu kızına, "oyuncu olmayacaksın, yönetmene vermek mi istiyorsun," demişti. 

Kiraz dalı değilim, herhangi bir meyve ile tanımlayacak bir görünüşüm yok. Sadece bu ülkede tiyatro üzerine çalışan, biriyim. Kadın, erkek olmak ayrıştırıcılığı olmadan. Sevgili muhafazakar olmayan ama erkekliğini insanlar arasında bastıran insanlar. Profeminist, aktivistlik saklambacı, sosyal medya tacizlerinizi örtmüyor. Olmak ya da olmamak, en büyük mesele bu diyen Shakespeare'e karşı aklıma gelen "Acaba hiç kendim olmuş muydum? Hiç kendimiz olduk mu? Görevlerin birlikte götürülmediği bir yerim oldu mu hiç?" diyor Adalet oldu. Hiç erkekliğinizin olmadığı bir yerde tiyatro ile ilgileniyor musunuz?

Tiyatro, taklit ile doğdu...

0 yorum: