İzmir Onur Yürüyüşü'nde Oturdum, Ağladım.

13:03 Yazabilen Yaratık 0 Comments

Heteroseksüelim. Bu bir ayıp değil. Queer'e ve Lgbti'ye inanıyorum, haklarını savunuyorum. Bu da ayıp değil. Heteroseksüelim fakat bunun acısını derinden yaşıyorum. Bu ayıp işte.

İzmir'in havasını çoğu zaman sevmişimdir. Öğlenin yakıcı güneşinden sonra havanın İzlanda kadar gri olmasını seviyordum. Çocukluğum da böyle oldu. Bir anda açılan ve kapanan havalarda kendimi hep mutlu hissettim. Bugün yürüyüşe ilk defa katıldım. Rengarenk ruha sahip olduğumu düşünüyordum. Sanata olan ilgim, müzikle de kulağımda perçinlenmiş oldu. Bugün neden bu kadar aklımda garip bir heyecan vardı. Utandığım omzu açık tişörtümü giydim, üzerine uzun zamandır giymediğim kadar açık giyindim. Sanki o alanda her şey bana kucak açacak gibiydi. Bir babanın baskısı ile büyümüştüm. Eşcinsel olamadım, biseksüel de olamadım. Benim ancak olabildiğim şey, heteroseksüellikti. Ben bunun baskısını gördüğümü, okul zamanımda fark ettim. Dokunursam ve uzun sarılırsam, acayip karşılanacaktım. Bu yüzden kimseye yakın olmadan, yakın arkadaş olmam gerekiyordu. Ben de böyle büyüdüm, herkesten uzak, bir zaman sonra herkes sarılınca, benim onlara karşı ilgim olmadı. Kısacası bu garip bir dengeydi. Gelişi güzel erk üzerimize yağmurunu döküyordu, biz de ona göre bir yola giriyorduk.

Ailemin büyükleri, vücudumdaki değişimlere, orospu mu olacaksın, sen ibne misin, belini ört, sen erkeksin, sırtını kapat sen kadınsın, evlendirelim seni, erken boşalma tamam mı, iyi siktin mi karıyı, gibi söylemlerle üzerime geliniyordu. Bir şeyi iyi yapabilmek ya da bir kadını - erkeği tatmin edebilmenin övünülecek tarafıyla savaşmak zorundaydım. Erkek adamsın denildi, güçlü olmalısın, evini korumalısın. Ben ev korumak ya da güçlü olmak istemiyordum. Kadınsın, güçsüz olmalısın, kendini muhtaç hissetmelisin, bunu da yapacak değildim. Ben sadece kendimce, özgürce, estetik hazlar ve sanat ile kendimi var etmek istiyordum. Tüm renkleri tek tek üzerimden almaya başladıklarında felsefecilerle, karşı söylem yaratmak için edebiyatçılarla tanıştım. Nietzsche, Sartre, Kafka, Kierkegaard derken, kendimi bir şey haline getirdim. Metroda kendi yansımamı gördükçe, ağlayasım geliyordu. Bedenim bir başkasının etkisiyle, ruhum ise bir başka savaşım içerisindeydi. Ben heteroseksüeldim fakat özgür değildim. Benim gibiler yoktu. Benim gibiler, heteroluğunu kanıtlamak için defalarca hüküm altında yaşadıklarını ve mutlu olduklarını görmüyorlardı. Bu kadar sıkışmışlık içerisinde hiçbir yere dahil değildim. Metrodan indim, birbirimize benzer renkler altında, selamlaşmıyorduk bile. Artık bugün nedense bugün, rüzgarın değişimi gibi bana da iyi geldi. Herkesin rengarenk olduğu yere gittim. Ben tek düzeydim, eşcinseller gülümsüyor, lezbiyenlerin kısa saçlarına dokunarak öpüşüyorlardı. Ben ise oradaki bir parkın bankında elimde Postu Modern Kırmızı Tilki adlı kitabı kendime koruma altına alarak ağlıyordum. İnsanlar o kadar güçlü bir şekilde birlikte olduğunu görünce, bunun mutluluğu ya da kendi heteroluğumun acısına ağlıyordum. Bir babanın tecavüzvari yaşamı, kendi bedenimde tatmin etme zorunluluğu, kimseye aşık olamayacak kadar bedenimden nefret ettiğimi ve bu baskıların hepsinin kendimi özgürcesine değil, feda ederek, acı çekerek, çilehane'den çıkacağımı bana anlattıklarına inanmak zorunda kalışımdandı. Tanrı'da heteroydu ve artık hiçbir şeyi değiştirecek kadar güçlü hissetmiyordu. Ben oturdum, insanlar ellerindeki pankartlarla yürüyüşünü yaptılar, parkta insanlar sallandı.

Lgbti, heteroları da özgürleştirecek sözünü sevdim, O bu sözü parka yazdım, oturduğum bankın üzerine ve belki çocuklarda okurlar ve belki de sıkıştıkları heteroluğun gerçekliğini sorgularlar. Oturdum, ağladım, sonra yağmurun yağmasını fırsat bilmemi sağladı. Kimse benim kimden dolayı ıslandığımı anlamadı.

You Might Also Like

0 yorum: